Lucy'nin Yolculuğu
- Serdar Anıl

- 17 Tem
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 3 Eyl

Elli dokuz yıl önce...
"Bakar mısın lütfen oğluna" dedi kadın gururla. "Arkadaşı Lucy'nin resmini yapmış. Bir de isim vermiş resmine, Lucy in the sky with diamonds demiş " Oğlu Julian’ın hayal gücüne hayranlıkla “buna bir şarkı yazmalıyım” diye düşünüp, not defterini eline almıştı bile John Lennon.
Elli bir yıl önce...
Etiyopya’da yürütülen arkeolojik kazıda son derece iyi korunmuş bir iskelet bulundu. Bir kaç milyon yıl öncesine tarihlendirilen bu dişi, o ana dek elde edilen en eksiksiz erken insan atası kalıntısı örneklerinden biriydi muhakkak.
Bulgunun heyecanı kamp alanındaki akşam kutlamasında doruğa ulaştı ve o sırada radyoda çalan Beatles’ın "Lucy in the Sky with Diamonds” parçasından esinlenerek bu benzersiz fosile "Lucy" adı verildi.
Üç milyon iki yüz bin yıl önce...
Lucy'nin boyu bir metreden birkaç santimetre fazla ve ağırlığı ise tahminen yirmi sekiz kilo civarında olmalıydı. Türün ortalamalarına yakın bu küçük bedeninin, onun yüksek ağaçlar üzerinde dengede kalmayı zorlaştırması olasıdır. Diz eklemleri ve ayak yapısı onun iki ayak üzerinde yürüyen biri olduğuna dair somut kanıtlar sunuyordu. Diş dizilimi ve kemik uçlarındaki büyüme plakaları, onun erişkinlik evresinde yirmili yaşlarda bir genç birey olduğunu ele verir. Türünün ortalama ömrü otuz ile kırk yıl arası olsa dahi, yüksek yırtıcı baskısı ve kazalar nedeniyle erken ölümler yaygındı o dönemlerde.
Sabahın yumuşak ışıkları parlıyordu. Güneydoğu Etiyopya'nın geniş savanları Lucy’nin bildiği tek dünyaydı. Çevredeki kokular ve sesler tanıdıktı; meyveler, toprak ve rüzgârla çırpınan çalıların hışırtısı. Ağacın üst dallardan birinde uyumayı seçmişti geçen gece. Şimdi aşağı inmekti niyeti, ama dal düşündüğünden de nemli ve kaygandı. Dengesini yitirince vücudu boşluğa, ki boyunun sekiz ila on katı yükseklikteki bir ağaçtı, düştü. Yere çarpmasıyla Lucy artık o sahnenin bir parçası olamayacaktı. Sessiz ve belki kimsesiz bir ölüm, ama bilim tarihi için paha biçilemeyecek kadar değerli bir simge.
Üç yüz bin yıl önce...
Doğu Afrika’da anatomi ve beyin kapasitesi bakımından bugünkü insana en yakın olan atalarımız savanlarda görülmeye başladılar. Zamanla sanat ve düşünce üretecek, karmaşık dil yapısı kullanacak olan ve bugünün insanın kökleri sayılan Homo sapiens geliyordu.
Ancak bilmek gerekir ki; İnsan soyunun ayrı bir kol olarak ayrışması günümüzden yaklaşık olarak yedi milyon yıl öncedir. Bu ayrışma sonrası gerçek atalarımıza kadar arada bilinen pek çok ara soy daha vardır.
Yetmiş bin yıl önce...
Afrika’nın iklimi giderek daha büyük dalgalanmalar yaşar oldu; kuraklıklar veya aşırı yağışlar, seller ve bunlara bağlı dönemsel kıtlıklar yaşandı. Yetmezmiş gibi, Afrika’daki nüfus yoğunluğu arttıkça gruplar arasındaki rekabet de yükseldi. Doğanın arzı, avcı ve toplayıcı talebe cevap veremez olmuştu.
Homo sapiens grupları mevsimsel çayırları, av toplama alanlarını izleyerek Akdeniz'in doğusuna açılan yeşil koridorlara yöneldiler. Bu bir yeni topraklar keşfetmek değildi, daha ziyade hayatta kalmayı sürdürebilmek için bir zorunluluk olmuştu.
Doğu Afrika’daki ilk yurttan çıkan ilk başarılı büyük göç Şeria Vadisi’nden Levant’a uzanan karasal “yeşil koridor” kullanılarak gerçekleşti. Buradan Hint Okyanusu kıyılarını izleyerek Güneydoğu Asya’ya ulaştı, buralara gelmek yirmi bin yıl sürmüştü. Yaklaşık elli bin yıl önce Okyanusya’yı kolonize ederek Avustralya’ya yayıldı atalarımız. Daha sonra kırk beş bin yıl önce ise Avrupa’ya girerek hızlı bir yayılma evresi başlattılar.
Son Buzul dönemi ardından, Bering kara köprüsünü kullanarak yaklaşık yirmi bin yıl önce Kuzey Sibirya’dan Alaska’ya geçen gruplar, dört bin yıl kadar önce Arktik Kanada ve Grönland’a ulaştılar. Pasifik’teki en uzak Polinezya adalarına ise son büyük göç dalgası yaklaşık iki bin yıl önce gerçekleşti. Bu süreçte gelişen taş aletler, planlı avcılık ve uzun mesafelere dayalı lojistik beceriler, Homo sapiens türüne önceki türlere kıyasla daha geniş bir coğrafyayı hızlıca benimseme yetisi kazandırdı. Zaten bu beceriler atalarımızı gezegene sahip kılarken, benzer yetilere sahip olmayan diğer akraba türlerin yok olması kaçınılmazdı. Topluluklar arası sosyal ağlar ve sembolik iletişim de doğrudan kaynak paylaşımını güçlendirerek Afrika dışındaki yeni yaşam alanlarının keşfini kolaylaştırdı.
Bugün...
Günümüzden bahis açmamın basit bir sebebi var. Gelişmelerin yaşamımızı ve onun alışkanlıklarını, ruh halimizi ve davranışlarımızı ve yaşama değin daha pek çok şeyi nasıl inanılmaz seviyede ve süratle değiştirebildiğini hatırlatmak için sadece.
Bir salgın, sadece ve sadece birkaç yıl içinde dünyanın her köşesinde yaşamımızı baştan aşağı nasıl değiştirdi farkında mısınız?
Sokağa çıkma yasakları geldi, daha önemlisi bunlara alıştık ve normalleştiler, sokaklarımız boşaldı. Biz Akdenizliler arasındaki normal olan sıcak kucaklaşmalar, öpüşmeler yerini uzaktan selamlara bıraktı, sosyal buluşmalar seyrekleşti veya ekranlara sığındı. Evden çalışma, eğitim, psikolojik hizmet ekran ortamına taşındı kısacası gündelik yaşam yeniden şekillendi. Alışveriş merkezleri klasik ticareti öldürüyor derken, en büyük darbeyi ticarette onlar aldı. Mağazacılığın ciroları daralırken, elektronik ortam ticaretininkiler patladı. Geleneksel pazarlama ve satış yöntemleri yerini e-pazarlama, hızlı teslimat, temassız ödeme ve sanal alışverişe bıraktı. Değişen tüketici alışkanlıkları, yeni iş modelleri yarattı ve onları kalıcı hale getirdi.
Bütün bunlar ve yazmadıklarım aslında önemsiz konular, altının çizilmesi gereken mutlak ise insanlardaki değişimlerdir. Tüm olumsuzluklar bir tarafta hala dururken, galiba insanlar arasındaki dayanışma ruhu biraz canlandı. Yardım etmek, merhamet, farkındalık, şefkat yeniden hayat buldu.
Önceki tarih aralıklarında ve sürelerin uzunluklarına bakınca değişimin ağır ağır pişen bir yemek olduğu çok aşikâr. Ancak bir ilk adım var her zaman ve duyguların değişimi de fiziksel farklılaşmayla paralel ve onun ayrılmaz bir parçasıdır diye düşünüyor bu mühendis kafası.
Gelecek on bin yıl...
Zaman geçtikçe ve insan uygarlığı gelişmeye devam ettikçe, teknolojimiz inanılmaz seviyelere yükselecektir. Bu konu bizi çok farklı tartışmalara götürür, ancak sadece kısıtlı bir gündem özelinden bakacak olursak; sağlık alanındaki ve genetik mühendisliğindeki olası sıçramalar hastalıklara çareler bularak, insanları daha doğuştan koruyacak, engelleri önleyecek ve dolayısıyla insan ömrünü kaliteli yaşanacak şekilde uzatacaktır. Her şey yazdığım gibi ve olası insan egolarından olumsuz yönde etkilenmeden ilerlerse; on bin yıl sonra insan ırkı gelişmelere uygun evrilecek ve teknolojinin cömert hediyeleriyle tamamen başka bir bedensel yapıya ulaşmış olacaktır. Lucy bugün bize ne kadar olmazmış gibi geliyorsa, on bin yıl sonraki bizlere de bugünkü biz öyle geleceğiz belki.
Ağaçtan düşen talihsiz Lucy, sanırım daha pek çok şey anlatmaya sebep olacak. Laf uzamış, artık lafı bitirme zamanı da gelmiş geçer neredeyse.
Gökten üç elma düşmüş; biri Lucy'ye, biri bana, biri de sana...







Yorumlar