Taş Iskalasaydı
- Serdar Anıl

- 4 gün önce
- 3 dakikada okunur

Günümüzde gezegenin tek hakimi olan insanın kökleri doğu Afrika’da doğdu. Anatomi ve beyin kapasitesi bakımından bugünün insanına en yakın olan atalarımız, o bölge savanlarında yavaş yavaş görülmeye başladılar. İşte böylece Homo Sapiens sahne almıştı, sadece 300 bin yıl önce. Oysa bizlerden daha önce, hesaplanamayacak kadar çok daha önce; karaların baskın grubu başkalarıydı, Dinazorlar. Günümüzden milyonlarca yıl önce, neredeyse 180 milyon yıl boyunca onlarındı bu gezegen.
Dünya yeni başına gelmiş olan kitlesel küresel yok oluştan, daha yeni yeni toparlanıyordu o zamanlar. Dinazorlar da o dönemde, yani yaklaşık 245 milyon yıl önce ortaya çıktılar. Başlangıçta küçük, iki ayaklı hem bitkisel hem de hayvansal besinlerle beslenen canlılar olarak evrimleşmişlerdi. Bu gruplar zamanla farklı ekolojik çevrelere yayıldılar. Bazıları devasa otoburlara veya avcı etoburlara, bazıları uçmaya doğru evrildiler. Fosil buluntulara göre yüzlerce dinozor türü yaşamıştı gezegenimizde. Yok oluş nedenleri ise; 66 milyon yıl önceki kitlesel yok oluşunun başlıca tetikleyicisi olan ve Dünya'ya çarpan o büyük ünlü göktaşıdır.
Ama benim anlatmak istediğim bu değil. Şöyle bir sorum var; Samanyolu gökadasının bilmem neresindeki bir sapandan fırlamış ve buralara kadar gelmiş olan o taş ya ıskalasaydı Dünya'yı, ne olurdu?
Bu soruyu masaya koymak demek; tarihin tiktak eden saatini durdurmak ve onu tekrar kurarsak ne olur diye sormak gibi bir şey. Olur mu, olur. Gelin tarih sahnesinin perde arkasına bakalım, senaryoyu baştan yazalım, kartları bir defa daha karalım ve rolleri yeniden dağıtalım.
O gün ne olduğuna bir bakalım önce; Everest dağı büyüklüğünde bir göktaşı, kurşundan çok daha yüksek hızla yeryüzüne çarptı. Çarpışmanın enerjisi; insanlığın anlayacağı bir benzetmeyle, Hiroşima’ya atılan atom bombasının milyarlarca kat ötesindeydi. Bu darbe sadece anlık bir yıkım değildi; sonrasında küresel iklimi, okyanusların kimyasını, bitki örtüsünü, besin ağlarını, dolayısıyla yaşamın sistemini çökertti. Yükselen tozlar, orman yangınlarının külleri ve başka herşey Güneş ışığının yerküreye ulaşmasını engellediler. Güneşin ışınları olmayınca bitkilerin fotosentez yapması durdu. Sırasıyla bitkiler ve onlara bağımlı türler çöktü, ardından zincirleme olarak birçok tür yok oldu. Evrim ağacının bazı dalları kırıldı, kanallar tıkandı. Ama bu felaket içerisinde bir mucize de barındırıyordu; biyolojik çeşitlilik yeni bir yola girdi ve bugünlere geldi gezegen.
Peki o taş ıskalasaydı Dünya'yı ne mi olurdu?
Öncelikle, dinozorların hâlâ baskın olduğu bir dünya bugün bildiğimizden çok farklı olurdu. Memeliler büyük olasılıkla uzun süre daha küçük, avlanıyor olmamak için geceleri ortaya çıkan, evrimin odacıklarına sıkışmış, korku içinde varlıklarını sürdürmeye çalışan canlılar olarak kalmaya devam ederlerdi. Evrim bir anda durmazdı elbette, zira o daima süregelir. Ama hangi kanalların açık kaldığı veya hangilerinin tıkandığı tamamen rastlantısal olaylara bağlıdır. Göktaşı olmasaydı, dinozorların evrimsel çizgileri yeni bedenler, yeni avcılar, belki de daha karmaşık sosyal yapılar geliştirebilirdi. Bugün bizim yerimizde dinozor soyundan gelen birileri de olabilirdi rahatlıkla. Ama bildiğimiz anlamda bir medeniyet olur muydu, bence olmazdı.
İnsanların geldiği canlı grubu olan memelilerin öncülleri; dinozorların gölgesinde bir anlamda aşağılanan, küçük, olüm korkusuyla yaşamını sürdüren, çoğunlukla böceklerle ve küçük omurgalılarla beslenen canlılardı. Çarpışma, memelilerin sayıca ve biçimce çeşitlenmesi için bir fırsat sundu onlara. Bu fırsat sayesinde bazı memeli hatları primatlara doğru evrildi. Primatlar yani insan soyunu da kapsayan canlı grubu; daha karmaşık beyin yapıları, sosyal davranışları ve ellerindeki kavrama yeteneği gibi özellikleriyle çevrelerine farklı şekillerde uyum sağladılar. Çıktıkları bu uzun yolun sonunda; Homo sapiens gibi büyük beyinli, kültür üreten bir türün, yani bizim ortaya çıkmamız mümkün kılındı. Ama bu zorunlu bir sonuç değildi, sadece bir olasılıktı. Eğer Dinazor soyunun yok olmasıyla o boşluk hiç oluşmasaydı, memelilerin yayılımı ve gelişimi çok daha sınırlı kalabilir. İnsan benzeri zekâya ulaşan bir hattın ortaya çıkması ya gecikir ya da hiç gerçekleşmeyebilirdi. Kısacası, biz olmayabilirdik.
Yine de doğa şaşırtıcıdır; evrim beklenmedik çözümler üretebilir. Dinozorların hüküm sürdüğü bir dünyada da farklı yollarla karmaşık zekâ formları da evrilebilirdi. İklim değişiklikleri, kıta kaymaları, bitki evrimi gibi etkenler başka türlere başka fırsatlar yaratabilirdi. Bugün bizim yerimize geçen tür; belki bir dinozor soyundan, belki de tamamen farklı bir memeli hattından olabilirdi. Belki de hiç aklımıza gelmeyecek bir sonuç olabilirdi. Ancak kesin olan bir şey var ki; insanlık bildiğimiz biçimiyle bir zorunluluk değildir, ama görüldüğü gibi pek çok unsurun birleşmesinin bir mucizesidir. Bu farkındalık hem mütevazı hem de büyüleyicidir. Çünkü bizi var eden koşulların kırılganlığını ve aynı zamanda evrimin de yaratıcılığını gösterir. Mucizelere inanın.
Bu tür düşünceler bana hep insanın hem şanslı hem de sorumlu olduğunu hatırlatır. Şanslıyız çünkü bir dizi rastlantı bizi burada, bu biçimde var etti. Sorumluyuz çünkü şimdi, gezegenin ekolojik dengelerini etkileyen tür olarak, gelecekte hangi dalların büyüyeceğini ve hangilerinin kırılacağını etkileme gücüne sahibiz. Geçmişin büyük felaketleri bize bir ders veriyor, yaşamın hikâyesi hem acımasız hem de mucizevîdir. Bizim hikâyemiz ise bu destansı uzun anlatının yalnızca birkaç sayfasıdır.
Yukarıda tüm yazdıklarım bana bir şeyi daha hatırlatıyor ve gülüyorum; Çok zaman önce, çok uzak bir galaksinin bir gezegeninde bir bar vardı. Star Wars filmlerinden bir tanesinden fırlayan bu sahnede, içinde insanın da olduğu türlü türlü canlılar. Ama işin ilginç olanı hepsi uzayda dolaşabilecek teknolojiye ulaşmış ve onu kullanabilen canlılar.
İşte böyle bir şey....







Yorumlar