Çok Uzun Zaman Öncenin Kısa Hikayesi
- Serdar Anıl

- 9 Tem
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 25 Ağu

Evvel zaman içinde, nerede olduğu bilinmez bir hiçlik varmış. Sınırları bilinmez bu hiçlikte ise sınırları bilinmez bir evren.
Evrendeki sayısız gök adadan bir tanesinin bir köşesinde, yüz milyarlarca yıldızdan bir tanesinin çevresindeki bir yörüngede, alev alev yanan bir kaya oluşuyormuş.
Daha adı bile yokmuş aslında o pek özel kayanın, ama çok uzun zaman sonra sahipleri ona "Yerküre" diyeceklermiş.
Bugün nüfusunun sekiz milyarı aştığı ve her bireyi için ortalama yaşam süresi beklentisinin yetmiş dört yıla yakın olduğu o kayanın yaşı, dört buçuk milyar yıldan biraz daha fazla. Bu derinliği nasıl anlatsam?
Sadece daha iyi anlayabilmek adına, gerçek olmayan bir kabul yapalım ve diyelim ki; "Gezegenimizin o ilk anından itibaren insan var olmuştu." O ilk andan bugüne olan süreyi, biraz karışık bir hesapla yaklaşık yüz elli milyon insan kuşağı ile ifade etmemiz gerekir. Bu ne demek?
Modern insanın gerçek atası ilk Homo sapiens ile bugün arasında; bildik bilmedik her şey, tüm tarih kitaplarında yazılan yazılmayan her şey, her satır ve her kelime, sadece on bin kuşak ile yaşandı. Göz ardı etsen edilecek kadar kısa ama sonuçları yadsınamayacak kadar önemli bir birliktelik. Peki ya gezegenin zamanı, ona bir bakalım.
Dört buçuk ile dört milyar yıl öncesi aralığına geldik; Yıldız tozlarından yeni doğmuş gezegenimizi düşünün, değil mavi, bilinen anlamda yaşam olmayacak türden bir yer. Kaynayan lav okyanusları, durmaksızın yağan gök taşları, sürekli çarpışmalar ve cehennem gibi bir sıcaklık. Bunun yanında Mars büyüklüğünde bir cisimle yaşanan o dev çarpışma. Ama bu olay aynı zamanda gezegenin eksen eğikliğinin temelini ve dolayısıyla mevsimlerin alt yapısını yaratmıştır.
Milyonlarca yıl boyunca uzaydan yağan kuyruklu yıldızlar ve göktaşları ile gelenin ötesinde gezegenin kendi volkanik hareketleri sonucu var olanın ortaya çıkmasıyla bol miktarda su buharı var her yerde. Öte yandan, henüz yaşam için uygun olmasa dahi, ki serbest oksijen yoktu ve metan amonyak karbondioksit gibi gazlar hakimdi, bir atmosfer ise adım adım, yavaş yavaş oluşuyordu.
Lav okyanusunun soğudu ve su buharının atmosferde yoğunlaşarak yağmur şeklinde geri yağmaya başlamasıyla ilk sıvı su kütleleri oluştu. Bitmeyen fırtınalar buhar bulutlarını yağmurlara dönüştürmüş ve yeryüzünde su okyanusları oluşmaya başlamıştır. Yaşam henüz yok, ama tohumlarının atılacağı daha dengeli bir gezegene dönüşümün başlangıcını işaret eden çalkantılı bir dönemde gezegen.
Zaman sabırla akıyor ve dört ile iki buçuk milyar yıl öncesi aralığına geldik. İklim genel olarak sıcak ama zamanla soğuma eşliğinde okyanusların oluşumuna zemin hazırlanıyor. Erken evrelerde gezegeninin yüzeyi yoğun volkanik etkinliklerle biçimlendi. Yüzey, ki oluşan lav akıntıları ve aşırı ısınmış kabuk nedeniyle oldukça sıcaktı. Zamanla soğumayla birlikte kayalar katılaştı, ilk kıtalar belirdi ve gezegenin büyük bölümü sularla kaplandı. Böylece yaşamın ilk ön adımları atıldı Devasa okyanuslar miktarınca, kabuktan sızan minerallerle dolu ilkel bir çorba kaynıyor. Bu sessiz kargaşada, çok küçük hücreler yaşamın ilk hecelerini mırıldanmaya başladılar ve bu tek hücreli canlılar okyanuslar boyu koloniler miktarınca.
Fotosentez başladı. Bakteriler suyu kullanarak atmosfere oksijen saldılar. Biriken oksijen canlı türlerinin kitlesel yok oluşuna sebep oldu, çünkü oksijensiz ortamda yaşayan canlılar için bir zehirdi. Ancak bu yıkım, aynı zamanda oksijenli solunum gibi daha verimli enerji üretim yollarının evrimini tetikledi ve sonraki dönemler için canlı çeşitliliğinin patlamasına kapıyı araladı.
Geldik artık iki buçuk ile yarım milyar yıl öncesi aralığına. Gezegen bir delikanlı, içi kaynıyor. Kabuğu sürekli hareket halinde, bir yapboz oyununun parçaları gibi kıtaların yerleri değişiyor. Dağ sıraları, kanallar, çukurlar oluşuyor ve O kendini biçimlendiriyor.
Aynı zamanda sessiz, sakin, yavaş, alttan alta ve keskin bir dönüşüm zamanı. Gezegen soluk alıyor artık ve oksijen miktarı atmosferde arttıkça çevrenin kimyası değişiyor, evrim başlıyor. Tek hücreli yaşam karmaşıklaşıyor, çok hücreli düzen başlıyor. Ardından yeni bir sınav ve küresel buzul çağları.
Beş yüz ile iki yüz elli milyon yıl öncesi aralığındayız artık. Sürüngenlerin ataları omurgalı balıklar çeşitlendi denizde, karada ise ilk ormanlar ortaya çıktı.
Altmış altı milyon yıl önce ise dev dinozorlar karaların hakimiydi. Birdenbire beklenmeyen bir şey oldu ve evrenin sapanından fırlayan dev bir göktaşının gezegene çarpmasıyla dinozorların çağı ansızın son buldu. Bu çarpışma, yalnızca devleri değil, okyanusların derinliklerinden gökyüzüne kadar uzanan yaşam zincirinin büyük kısmını yok etti. Fakat bu yıkım, aynı zamanda yeni bir çağın, memeliler çağının kapılarını araladı. Korkarak hep saklanan ve sadece geceleri ortaya çıkan küçük memeliler toprağa ve ağaç tepelerine yayılmak üzere sahneyi devraldılar.
Zaman yavaş yavaş akarken, rahat bulan memeliler artık büyük boyutlara eriştiler. Ağaçların dallarında sıçrayan ilk primatlar ortaya çıktılar. Büyük gözleriyle geceyi gören, çevik parmaklarıyla dallara tutunan bu canlılar ve ağaç dallarında yaşamaya başladılar.
Yaklaşık altı, yedi milyon yıl önce, Afrika’nın savanlarında iki ayak üzerinde yürümeye başlayan bir primat türü belirdi. Bu, insan soyunun başlangıcıydı. Eller serbest kaldı, zihin gelişti. Taş aletler yapıldı, ateş kontrol altına alındı. Ve sonunda, yaklaşık üç yüz bin yıl önce, Homo sapiens adı verilen tür ortaya çıktı.
İlk başta küçük ve gölgelerde yaşayan bu tüylü yaratıklar, boşalan ekolojik alanları hızla doldurdular. Ormanlar genişledi, kuşlar gökyüzünü doldurdu, çeşitlenen memeliler karalara, havaya ve denizlere yayıldılar.
Kıtalar yavaşça yer değiştirdi, iklim değişti, buzullar geldiler ve gittiler. Bu dalgalanmalar, canlıların evrimini şekillendirdi. Bazı türler yok oldu, bazıları yeni koşullara uyum sağladı. Doğa, sabırla ve kararlılıkla yeni yaşam biçimlerini işledi.
Bu uzun zaman diliminde gezegen, bir yandan devasa jeolojik dönüşümler geçirirken, diğer yandan yaşamın karmaşık ve şaşırtıcı yollarla evrimleştiği bir sahneye dönüştü. Dinozorların gölgesinden, mağara duvarlarına çizilen ilk sembollere kadar uzanan bu öykü, insanlığın doğuşuna giden yolu hazırladı.
Artık o sahipsiz ve sıradan gezegen, bizim evimiz ve soluk mavi noktamız oldu.







Yorumlar