Göbekli Tepe Sıradan Bir Höyük Değil
- Serdar Anıl

- 27 Haz
- 3 dakikada okunur

Otuz dokuz yıl önce...
..."Domates peynir zeytin koydum, seversin diye taze gömeç içine tereyağı bastım"... dedi kadın, gülümseyerek.
Her zamanki gibi sabahın ilk ışıklarıyla uyanmıştı adam ve erkenden, henüz sıcak basmadan köyün dışında uzanan tarlasını sürmeğe gitmek için traktörüne atladı. Motorun gürültüsü köyün sessizliğini dağıtırken, içten içe bugün iyi bir iş çıkaracağını umuyordu.
Toprağı sürmeye henüz başlamıştı ki, sertçe sarsıldı oturduğu koltukta, traktörün bıçağı toprağın içinde saklı bir kayaya takılmıştı. Şaşkınlıkla aşağı indi, elleriyle kayayı temizlemeye başladı. Ama bu sıradan bir taş gibi görünmüyordu, üzerinde insan işi garip şekiller ve oyuklar vardı. Muhakkak eski zamanlardan, eski insanlardan kalmış bir şey duruyordu gözlerinin önünde. O sabah traktörüne takılan taş, yalnızca kendi kaderini değil, insanlığın bilinen tarihini de kökünden değiştirecekti, ama o henüz bunu bilmiyordu.
Öyle de oldu; bin dokuz yüz seksen altı yılında tarlasını sürerken üzerinde kabartmalar bulunan iki büyük taşı fark etti Mahmut Yıldız ve bin bir zorlukla onları at arabasıyla Urfa Müzesi’ne götürdü. Ancak o dönem müze müdürü arkeolog değildi ve bu taşları “kireç taşı” sanarak önemsemedi. Taşlar müze bahçesinde yıllarca sessiz kaldı.
Otuz bir yıl önce...
Yıllar sonra yani bu olaydan yaklaşık sekiz sene sonra, bin dokuz yüz doksan dört yılında Alman arkeolog Prof. Dr. Klaus Schmidt, bu taşları müzede görünce, onların sıradan taşlar olmadığını, çok daha büyük bir yapının parçası olduğunu düşündü ve böylece yirmi yıl yaşamının sonuna kadar sürecek bir tutkuya kendisini bırakmış oldu.
Aynı yıl başlayan kazılarla Göbekli Tepe, yaklaşık olarak Milat öncesi dokuz bin altı yüz yıllarına tarihlendi ve bu da onu bilinen en eski anıtsal tapınak yerleşkesi yapıyor bu günkü bilgilerimize göre. Yani hikayesi günümüzden yaklaşık on bir bin altı yüz yıl öncesine uzanıyor. Bu tarih, Göbekli Tepe’yi Mısır piramitlerinden ve Stonehenge’den binlerce yıl daha eskiye taşıyor. Yapının aktif olarak kullanımı Milat öncesi sekiz bin yılları civarında sona ermiş ve peşinden bilinçli bir şekilde gömülmüş, üzeri örtülmüş gibi görünüyor. Bu dönem, Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ olarak bilinen, insanların henüz tarıma yeni geçtiği ve yerleşik hayata yeni adım attığı bir zaman dilimine denk geliyor.
Kısacası Mahmut Yıldız ve ailesi, farkında olmadan insanlık tarihinin takvimini ve bildiğimiz her şeyi binlerce yıl geriye taşıyacak bir keşfin ilk adımını atmışlardı.
On bir bin altı yüz yıl önce...
Göbeklitepe kazılarında, yıllar içinde üzerlerinde hayvan figürleri ile soyut desen kabartmalar bulunan devasa T şeklindeki dikilitaşlar bulundu. Dairesel ya da oval düzen içinde yerleştirilmiş olan bu sütunların, toplu olarak yapılan ritüellerin ve ibadetlerin alanlarını işaret eden anıtsal yapının temel unsurlarını oluşturdukları düşünülüyor.
Bunun yanında, küçük heykeller ve ritüel amaçlı kullanıldığı düşünülen diğer eşyalar da ortaya çıkarılmıştır. Bu bulgular, Göbeklitepe’nin yalnızca bir mezarlık ya da yerleşim yeri olmadığını, aynı zamanda Neolitik toplulukların inanç ve ibadet yaşamını yansıtan önemli bir dini merkez olduğunu da gösteriyor bizlere.
Bu yapıların işçiliği ve boyutları, o dönem insanlarının karmaşık inanç sistemlerine, sanat anlayışına ve kolektif organizasyon yeteneklerine sahip olduğunu da gösterir. Bu bağlamda Göbekli Tepe; insanlık tarihinin evriminde devrim niteliğinde bir kırılma noktasıdır.
Bugün...
Bu keşif modern arkeolojide bir paradigma değişikliği yaratmıştır. Eskiden, organize dini yapılar ve tapınaklar ancak tarım devrimi sonrası, yerleşik yaşamın başlangıcı olarak düşünülmüştür. Oysa burada inşa edilmiş bu yapı, henüz avcı ve toplayıcı toplumların yerleşik hayata geçmediği bir dönemde, organize dini ritüellerin ve sembolik düşüncenin varlığını ortaya koymaktadır. Bu durum genel kabulü alt üst ederek ve dolayısıyla sanılanın aksine bu toplulukların da derin dini ve toplumsal ritüellere sahip olduğunu ortaya koymuştur.
Tarihsel açıdan bakıldığında ve ortaya çıkan veriler ışığında, anıtsal dini yapıların ilk önce ortaya çıkabileceğini ve bu durumun, medeniyetin tarımsal yerleşim düzeni gibi ve benzeri unsurlarının gelişmesinde etkin rol oynayabileceğini işaret etmektedir.
Araştırmacılar, bu keşifle birlikte insan topluluklarının daha planlı ve ritüel merkezli olduklarına dair yeni hipotezler ortaya koymaya başladılar. Yani, global tarih anlatısında "önce tarım, sonra tapınak" şeklinde sabit varsayımların yerine, insan topluluklarının inanç ve ritüeller etrafında bile şekillenebileceği bir bakış açısı benimsendi.
Sosyolojik açıdan ise, Göbekli Tepe’nin ortaya koyduğu veriler, avcı ve toplayıcı toplulukların düşündüğümüzden çok daha karmaşık bir sosyal yapıya sahip olduğunu kanıtladı. Büyük taş blokların kesilmesi, taşınması ve düzenlenmesi, yoğun iş birliği ve ortak uyum gerektirir. Bu gereklilik; sosyal dayanışma ve kolektif inanç sistemlerinin, toplulukların örgütlenmesinde kritik bir rol oynadığını gösteriyor.
Şimdi...
Tüm bunlar sadece bu konuya girişin ufacık bir adımı. Arkasında koca koca kitaplar, tonlarca kazılmış toprak, kazılacak benzer höyükler, akıtılmış onca ter ve dökülmüş emek var. Tüm bunların yanında rüzgârda uçuşan pek çok teori de cabası.
Özetle, öğrendikçe daha pek çok öğrenilecek şey olduğunu kanıtlayan bir yeni örnek daha önümüzde.
Yakında...
Türkiye'deki pek çok sarı tabelalı tarihi ören yerini ve önemli müzeleri bilirim, Göbekli Tepe' ye de gidip gezmişliğim vardır. Şu sıcaklar bir geçsin Çatalhöyük var sırada.
Amatör keyif...







Yorumlar