top of page

İki Nehir Arasındaki Ülke

  • Yazarın fotoğrafı: Serdar Anıl
    Serdar Anıl
  • 19 Eyl
  • 3 dakikada okunur
ree

O'nun adı yok. Kim olduğunun, yaşının, erkek mi kadın mı olduğunun da önemi yok aslında. Yetişkin bir erkek ise muhtemelen yorgun ve bıkkın olduğu tahmin edilebilir, aynı zamanda zeki ve gözlemci olduğu da.


Geçen gün mızrağını kuşanmış antilop peşine düşmüştü ki, yol kenarındaki o yabani otu fark etti. Tohum dolu birkaç sapı çantasına atıvermişti. Bu sabah erken saatte, toprağa çizdiği derin yarığa atınca onları, bugünden neredeyse on iki bin yıl önce insanlığın kader çizgisini tamamen değiştirdi farkında olmadan. Artık bir adı var, O ilk çiftçi.


O'nun ihtiyaçları inanılmaz derecede basit ve sıradan; uyurken güvenli olacağı bir barınak hayalinde ve karnının doymasını istiyor. İşte böyle başlıyor İnsanoğlunun bildik ve bugünlere dek uzanan yeni dönem hikâyesi, bu sebeple su ile toprağın buluştuğu yere yerleşti. Kendisini nehirlerin sulak deltalarının yakınında buldu bir süre sonra, çünkü nehir yaşamın ta kendisiydi.

Gezegenin benzer köşeleri; Nil deltası, İndus’un kıyısı, Sarı Irmak veya orta Amerika düzlüklerinde bolluk için, bereket için sunulan ürünlerle tanrılara yönelirdi sabah saatlerinde insanlar. Ama tüm bu coğrafyalar arasında bir tanesi var ki biricik; Mezopotamya, iki nehir arasındaki ülke.


Dicle ve Fırat yalnızca su getirmez bu topraklara; zamanı ve uygarlığın ilk yapı taşlarını da taşıyorlardı o zaman. Her taşkınla toprak canlanıyor, nehir çekildikçe verim katlanıyordu. İnsanın tarımdan mimariye, dinden yazıya uzanan binlerce yıllık yolculuğu burada böyle başladı.

Günümüzden yaklaşık on iki ile sekiz bin yıl öncesi aralığında, dört bin yıl boyunca bölgede yerleşik hayatın ilk adımları atıldı. Yarını her zaman güvensiz olan avcı ve toplayıcı yaşam tarzı, daha güvenli ve konforlu bir yaşam şekline doğru evriliyordu, yerleşik hayata geçiş tarımla başladı.

Taşkınlarla zenginleşen topraklar refahı getirdi ve doğal olarak beraberinde nüfusu da arttırdı. Buğday, arpa, baklagiller ekilmeye ve koyun, keçi ve sığır evcilleştirilmeye başlandı. Bu durum besin tedariği sürekliliğini olanaklı kıldı ve böylelikle sürekli kalıcı barınma ve güvenlik ihtiyacı da belirginleşti bir diğer taraftan.


İlk evler yuvarlak planlı, taş temelli kerpiç barınaklardı. Bölgede kurulan küçük köyleri önce daha büyükleri ve daha sonra ilk kasabalar takip etti. Bu bir dönüşümdü ve bu dönüşümün düşünsel, toplumsal ve ekonomik temellerini de atıyordu bir diğer taraftan. Tarım, hayvancılık, çanak çömlek üretimi yanında din kavramı bu sürecin mihenk taşları oldular.


Sonraki birkaç bin yıl, bölgede gelişmekte olan uygarlık seviyesi açısından çok önemlidir. Öncelikle verimli alüvyon topraklar üzerinde kurulan köylerdeki tarımı destekleyen sulama kanallarının kazıldığını görüyoruz. Bu durum yerel topluluklar adına pek çok şey ifade eder. Basit anlatımla; tarımda verimin yükseldiğini, tarımsal ürün çeşitliliğinin arttığını, mimari tasarımın geliştiğini ve inşaat imalatında beceri artışını öngörebiliriz. Sosyal açıdan ise; toplumsal iş bölümünün, yönetsel düzenin ve ortak çalışma kültürünün adımları atılmaktaydı.


Bölge halkları, tarım sayesinde besin üretimini artırırken, inşaatında ehlîleştikleri yuvarlak veya dikdörtgen kerpiç evlerde yaşamlarını sürdürür oldular. Çok odalı büyük kerpiç yapılar, çevrelerine yapılan hendek ve duvarlarla korunan köyler, nüfus artışını ve gelişen karmaşık mimari ihtiyacını gösteriyordu. Sosyal yaşam gelişiyordu.


Çömlekçiler renkli, geometrik desenli sivri dudaklı kaplar üretiyorlardı. Seramik üretiminde büyük sıçramalar oluyor ve üretilen kaplar, kuzey Mezopotamya’dan Akdeniz’e kadar ulaşıyordu. Ayrıca mermerden oyulan kaplar ve kilden yapılan bereket timsali kadın heykelcikler usta işiydi. Tahıl depolarının kayıtları obsidyen ve lapis lazuli gibi uzak bölgelerden gelen değerli taşlarla ilgili notlar ile doluydu. Bu durum geniş ticaret ağlarının varlığına da işaret ediyordu.


Zaman ağır da olsa akıyor ve birtakım insan toplulukları farklı gelişmişlik seviyeleri gösterebiliyorlardı. Bazı topluluklar yarattıkları teknolojik gelişmişlik ve farklılıklar sayesinde ince cidarlı, çok renkli geometrik desenli boyalı seramikler yapıyorlardı.


Köy ölçeğinde tarıma dayalı yerleşik hayat, yarı göçebe hayvancılık ve avcılık toplayıcılıkla yan yana yaşanıyordu. Kişisel mülkiyeti işaret eden mühürler, potansiyel bir hiyerarşik yapıyı gösterirken, genelde eşitlikçi sosyal topluluk düzeni hâkimdi.


Milat öncesi dördüncü bin yıla girerken, Sümer iktidar döneminin eşiğindeyiz artık; tarım köyleri, toplulukların kanallar kazarak kuru tarımdan sulu tarıma geçmesiyle derin bir sosyal ve ekonomik dönüşüm yaşadı. Sulama şebekeleri sayesinde tahıl üretimi ve hayvancılık hızla arttı ve tapınak alanları oluşturmaya ihtiyaç duyulacak kadar nüfusu çoğalan yerleşimler oluştu.


Gündelik yaşamın ve yaşam alanlarının merkezine din ve yönetimsel konularda görev gören büyük tapınaklar yer alıyordu artık. Bu binaların çevresi, yönetici sınıf tarafından ele geçirilmişti. Onlar üretimi denetliyor ve farklı öte bölgelerle ticari bağlantı kolonileri kuruyorlardı. Böylelikle gerekli tüm hammadde, değerli taşlar, kumaşlar yerleşimlere akıyordu.


Din adamı, tüccar, asker köylü gibi toplumsal sınıflar doğmaktaydı. Erzak depolarında tapınak malları mühürlü olarak kayıt altına alınıyorlardı. Bu yönetsel uygulama, ileride gelişecek olan yazılı kayıt sisteminin ve yazının ön adımlarıydı.


Mezopotamya, "İki Nehir Arasındaki Ülke" daha yeni yeni çıkıyordu tarih sahnesine.

Yorumlar


Bana Bir Mesaj Gönder, Düşüncelerini Bana Bildir

© 2025 Mühendisin Not Defteri. Wix tarafından güçlendirildi ve güvenli hale getirildi.

bottom of page