top of page

İlk İmparator Sargon

  • Yazarın fotoğrafı: Serdar Anıl
    Serdar Anıl
  • 25 Eyl
  • 4 dakikada okunur
ree

Kavruk vadilerin kızıl kumları üzerinde yankılanan hüzünlü türkülerle başladı hikâye. Çölün göçebe kabileleri kum tepelerinin ve güneşin kavurucu nefesinden uzak vadilerin bile ötesine, uzakların da uzağına gidecek ve yeni yaşam umutlarını arayacaklardı. Gizli ve az sayıdaki su kaynaklarında geceleyerek nihai buluşma yerine geldiler, göç buradan başlayacaktı.


Toplandılar, pek çok diğer göçebe kabilelerle bir araya geldiler, anlaşmazlıklar ve kavgalar unutuldu. İyi kötü tüm hatıralarını çölün rüzgârlarına savurdular. Zamanla, nesillerle kavruk vadilerde tozlu birer efsaneye dönüştü bu insan hikayeleri.


Geçici kamp yeri deve sidiği, yanık çalı çırpı ve ter kokuyordu. Yeni günün ilk ışıkları yükseldiğinde toplanmış hazır kervanlar yola sessizce döküldüler. Günlerce haftalarca aylarca belki de bir ömür sürecek yolculuk, kim bilir. Yol uzun yol bilinmez, gün içinde kayalar ve kumlar kaynıyor, oysa gece yıldızlar altına sığınan insanların iliklerine işleyen dondurucu soğuk hüküm sürüyordu çölde.


Kavimler kavruk çöllerini bir hayalin uğruna terk ettiler ve Milattan önce üç binli yıllarda çölü geride bırakıp Dicle ile Fırat’ın bereketine doğru yola koyuldular.


Nuh’un oğlu Sam’ın soyundan geldiklerine inanılan Orta Doğu halklarından biri olan Akadların ataları, sulanabilir ovaların çekimine kapılarak Mezopotamya’nın bereketli topraklarına yerleştiler. Sümer kentlerinin yakın çevresine inen bu göçmenler grubu, sulama kanallarında, tarlalarda ve tapınak inşaatlarında ucuz iş gücü arayan Sümer yöneticileri tarafından sevinçle karşılandı. Böylece Akadlar, Sümer ülkesine hizmet eden bir emek kaynağı olarak topluma dahil oldular.


Kentlere yerleşen Akad aileleri ise, özellikle önemli şehirlerin dış çevre mahallerini doldurdular. Sulama kanallarının onarımı, yeni kanallar kazılması, depoların düzenlenmesi, tahıl hasadı, hamallık işleri onların omuzlarındaydı.


Göçmenler zamanla yerelleşmeye, tapınaklardaki ayinlere katılmaya, adaklar adamaya, çivi yazısını kullanmaya başladılar ve resmi kayıt tutmayı öğrendiler. Kendi dillerini korurken Sümerce terimleri benimsediler ve hatta çivi yazısını kendi dillerine de uyumlayarak iki dilli bir ortam ve sokak dili yarattılar. Tapınak görevlileri ve saray bürokratları arasına da kabul gören bu grubun seçkinleri, yerel halk içerisinde güçlü ve görünür bir toplumsal tabaka dahi oluşturdular.


Akad halkının sosyal uyumu ve ekonomik olarak güçlenmesi beraber toplumsal yapıdaki yükselişi, onları sadece işçi olmaktan çıkarıp yerel liderler olabilmelerine de olanak tanıdı. Kendi içlerinden çıkardıkları liderleri, bölgenin artık vazgeçilmezi olan siyasi boşluk alanlarını da değerlendirerek etki alanlarını genişlettiler. Böylece bir adım daha ileri giden Akadlar, Sümer kentlerinin etrafında küçük ve iç işlerinde bağımsız krallıklar kurmaya başladılar.


Sümer halklarının ve liderlerinin kendi aralarında siyasal olarak uzlaşamıyor ve dolayısıyla birleşemiyor olmaları, şehir devletleri arasındaki bitmez tükenmez rekabet ve kıskançlıklar, merkezi bir yönetimin oluşamamasına ve aslında bir tür ölümcül siyasi bulaşıcı toplumsal hastalık yarattı. Akad liderleri ise, bu dağınık siyasi yapının ve kavgaların kendilerine yarattığı kaçınılmaz fırsatı değerlendirerek, etki bölgelerinde katlanarak artan bir ün ve güç kazandılar.


Milat öncesi iki bin üç yüzlü yıllara gelindiğinde hor görülen eski göçmen toplulukları, yerel yönetimin hâkimiyeti altında yaşayan küçük krallıklar haline gelmişlerdi. Şehir devletleri aralarında ayrışırken, bu krallıklar göçmen olmanın verdiği yabancılaşma ve muhacirlik duygularıyla birbirlerine daha sıkı yaklaşıyorlardı. Aralarında doğan bekleyiş ve toplumsal olgunlaşma dönemi, milat öncesi iki bin üç yüz otuz dört yılında, onlardan bir saray görevlisinin darbe yapmasıyla son buldu.


Efsaneye göre o saray görevlisinin annesi bir rahibeydi. Yasak bir ilişkiden hamile olduğunu öğrendiğinde, yeni doğan oğlunu kamıştan örülmüş bir sepete koydu. Sepeti ise ziftle kaplayıp su geçirmez yaptı ve bir akarsu akıntısına bıraktı. Sepet bölgedeki bir ırmağa düştü ve akıntı onu su çeken bir çiftçiye kadar ulaştırdı. Adam bebeği özenle sudan çıkarıp kendi oğlu gibi büyüttü. Çocuk önce sarayda bahçıvan, sonra şehrin ordusunda subay oldu. İşte bu tanıdık hikâyenin sahibi, yukarıda bahsettiğimiz darbe yapan saray görevlisi ve tarihin ilk imparatoru olan Sargon'dur.


O Kendisine öylesine güçlü bir ilişki ağı kurmuştu ki; önce birkaç hamle ile günümüzde Irak’ın Bağdat kenti yakınında bulunan Kiş şehrini ele geçirmiş ve ardından Fırat Nehri’nin batı kıyısındaki düzlüklerde bulunan Agade merkezli yeni bir saltanat temelini atmıştır.


O'nun iktidara yükselişi, halkının bağımsız bir güç olarak tarih sahnesine çıkışını simgeler. Kurduğu imparatorluk, sonraki yüzyıllarda bölgenin siyasi kalıplarını belirleyecek, ana dili ve kültürü ise bölge genelinde prestij kazanacaktı.


Merkezi bir bürokrasi ve daimî ordu kurarak tarihin ilk çok uluslu imparatorluğunu oluşturmuş oldu. Sümer şehir devletlerini ardı ardına ele geçirdi ve sınırlarını Basra Körfezi’nden Anadolu’ya kadar genişletti. Bu yenilikçi devlet modeli, tapınak merkezli şehir düzenini geride bırakıp, güçlü krallar iktidarı dönemini getirdi.


Saltanatı boyunca merkeziyetçi bir yönetim yapısı inşa etti. Hükümranlığı altındaki farklı bölgelerin yöneticilerini saraya bağlı memurlarla değiştirdi, ticaret yollarını güvence altına aldı ve Akad dilini tüm imparatorlukta ortak resmi dil olarak benimsetti Böylece sadece askeri değil, aynı zamanda idari ve kültürel bir birlik de sağlamış oldu.


Ancak imparatorluğun Sargon sonrası yükselişi ve milat öncesi iki bin yüz elli dört yılında çöküşü peş peşe oldu. Kısacası bir yüz yılın biraz üzerinde yaşayabilen saman alevi bir imparatorluk olarak tarihteki yerini aldı.


Sargon’un bürokrasi anlayışı hem vergi toplama hem de tarımsal kaynak dağıtımının tek bir merkezden düzenlenerek devletin gücünü, öngörülebilirliğini ve istikrarını arttırdı. Daimî ordu kurarak hem iç ayaklanmaları bastırdı ve hem sınır ötesi seferlerle genişleme politikasını sürdürdü. Orduyu beslemek için organize edilen sistem, lojistik hatlar ve kışlalar aracılığıyla sonraki imparatorlukların askerî altyapısına temel yarattı.


Çivi yazısının her iki dil için uyarlanmış olması, diplomatik yazışmaların, yasal belgelerin ve arazi tapularının standartlaşmasına olanak sağladı. Ülke genelinde tutulan idari kayıtlar, ticaret sözleşmeler, tapu kayıtları gibi pek çok belge ve uygulama, başka medeniyetlere örnek oldu ve yazı teknolojisinin uzak coğrafyalara yayılmasını hızlandırdı.


Akad sanat ve politik anlayışındaki heykelcilik tarzı, zafer anıtı geleneğini yarattı. Dönemin kabartma ve dikili taşları, askeri zaferleri ve politik iktidar başarılarını halka hatırlatan tarihin ilk örnek anıtları ve aynı zamanda mimari süsleme sanatına da öğreti kaynağı oldu.


Sargon iktidar gücünü korumanın sadece silahla mümkün olmadığını biliyordu. Mutlak istikrarın farklılıkları bastırarak değil ama, toplumda çeşitliliğe yer açarak sağlanacağına inanıyordu. İşte bu sebeple, farklı halklara aynı anda hükmettiği için ufak bir alanda kurduğu devlet ilk imparatorluk olarak kabul edilmektedir bugün.


Evet... ağaçtan üç elma düşmüş; biri bu yazıyı ilk okuyana, biri sana ve biri de bana...

Yorumlar


Bana Bir Mesaj Gönder, Düşüncelerini Bana Bildir

© 2025 Mühendisin Not Defteri. Wix tarafından güçlendirildi ve güvenli hale getirildi.

bottom of page