top of page

Sha Nagba Imuru

  • Yazarın fotoğrafı: Serdar Anıl
    Serdar Anıl
  • 14 Ağu
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 3 Eyl

ree

Ansızın dehşet ve korku içinde açtı gözlerini. Yine aynı kâbus... Görüşü kararıyor, nefesi kesiliyor ve hiçlik. Panik halde yatağından çıktı ve geniş terasa attı kendini. Serin sabahın ilk ışıkları altında, tanrıların özenerek şekil verdikleri kıvrımlarıyla yaşamın merkezi nehir, kutsal olan Buranun'a ya ve kıyılarının ardındaki kızıl tepelere baktı. Tanrı kanı taşıyan, her şeyi gören ve tüm sırları bilen bir kral, Sha Nagba Imuru'ydu O. Ama yine insan tarafının aynı ölüm korkusuyla uyandı bu tan vakti, ölümsüzlüğü tutkuyla, her şeyden çok istiyordu Gılgamış.

O günün Buranun'u bugünün Fırat nehri kıyısındaki Uruk şehrinin yüksek surlarının ardındaki sarayında, hüküm sürüyordu yarı tanrı yarı insan Gılgamış. Bir yandan tanrı olmanın sonsuz asaleti ve diğer yandan yarı ölümlü olmanın yıkıcı acısıyla kavrulan bir kraldı. Boynunda aslan peleriniyle dolaşan, kuvvetiyle dağları bile yerinden oynatacak kadar kudretli olandı; ama omuzlarındaki ölümlü olmanın ağır bilinci, kalbinde durmaksızın gümbür gümbür büyüyen bir korku yaratıyordu...


İşte bu biraz unutulmuş, biraz kayıp bir hikâye. Ama belli ki, her zaman onurlandırılsın ve akıllara kazınsın istenmiş. Dört bin yıl önce yazının henüz yeni yeni kullanılmaya başladığı, ki aslında tarihin başladığı çağda, kil tabletlere çivi yazısıyla kazınan bir öykü. Kahramanlık ve özünde insanın yaşam, kader ve kaçınılmaza dair anlam arayışının anlatımı. Kısa bir özetle; zamanın derinlerinden gelen bir sesin anlattığı bu destan, Mezopotamyalı Gılgamış'ın ölümsüzlüğü arayışının feryadı.


Medeniyetin kalbine can veren iki nehir; Fırat ve Dicle. Tarihten gelen o ses Euphrates, Tigris der ve aralarındaki verimli topraklara ise Mezopotamya. Sahipleri Sümerler, sonrasında ise önce onların işçileri sonra efendileri Akadlar ve sonra Babilliler. İnsanlığın en azından bölgesel olarak bilinen ilk medeniyetlerinin doğduğu ve o destanın yaşandığı topraklar.


Gılgamış, halkına zulmeden bir kraldır. Tanrılar, halkın feryadını duyarak ona denk bir güç yaratırlar, Enkidu. Vahşi doğada yaşayan bu adam, bir tapınak fahişesi tarafından uygarlaştırılır. İki güçlü varlık çetin bir mücadeleye girişirler ve galip Gılgamış, son demde Enkidu'yu dostu ve yoldaşı olarak seçer.


Bu dostlukla birlikte, ölümcül maceralara girişirler. Önce, tanrıların korkunç bekçisi Humbaba'yı öldürmek için sedir ormanlarına yolculuk eder ve onun başını keserler. Gılgamış'ın kabul etmediği evlenme teklifinin intikamı sebebiyle aşk ve savaş tanrıçası İştar'ın öfkesiyle karşılaşırlar. İştar'ın gönderdiği Gök Boğasını öldürürler, ancak bu tanrısal meydan okuma, Enkidu'nun bir hastalıkla ölmesine yol açar.


Enkidu'nun ölümü, Gılgamış'ı derin bir yasa ve ölüm korkusuna sürükler. Ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek için tehlikelerle dolu bir yolculuğa çıkar. Sonunda, Büyük Tufan'dan sağ kurtulup ölümsüzlük bahşedilen bilge Utnapiştim'i bulur. Utnapiştim ona ölümlülüğün kaçınılmazlığını hatırlatır. Bir teselli olarak gençlik otunu alan Gılgamış, onu da bir yılana kaptırır ve Uruk'a, ölümlü insan gerçeğiyle yüzleşmiş olarak, eli boş döner.


Gılgamış Destanına sıradan bir antik metin gibi bakmamalıyız. Bu gezegende yaşayan ve en akıllı ırk olan insanın oluşturduğu kültür birikiminin temel taşlarından biridir o destan. Bugün batı medeniyeti dediğimiz birikimin kurucu taşlarından da sayılan Homeros'un İlyada ve Odysseia'sından kabaca bin beş yüz, yani günümüzden dört bin yıl önce yazılmıştır. Bünyesindeki çeşitli temalarla pek çok daha yeni destana, halk anlatılarına kaynak olmuş veya derinden etkilemiştir.


Gezegende yaşamış tüm insan nesillerine ait bir kültürel hafıza var elbette ve bu hafızada bilinmeyen veya farklı yorumlanan pek çok hikâye ve değer. Tufan hikayesi, erken dini fikirler, ölüm korkusu, dostluğun kıymeti, gücün sınırları, doğaya karşı sorumluluk ve anlam arayışı gibi konular; zaman, mekân ve halklardan öte bir evrensel us ortaklığı barındırır. Orta çağ kralları ve derebeylerinden binlerce yıl önce yaşayan zorba kral Gılgamış'ın katlandığı derin acı sonrası, bir zorbadan olgunlaşan bir bilgeye dönüşümü bugün de önemli ve değerlidir.


Gılgamış ölümsüzlük otunu yılana kaptırınca, yenildi mi insanoğlu? Elbette hayır, aksine yenilendik ve bilgeliğe evrildik. Anın, iyiliğin ve üretmenin keyfini ve önemini öğrendik.


Bir şey daha öğrendi insanoğlu; yarattığın değerler seni bilgeliğe ve ölümsüzlüğe taşıyacaktır.


Yorumlar


Bana Bir Mesaj Gönder, Düşüncelerini Bana Bildir

© 2025 Mühendisin Not Defteri. Wix tarafından güçlendirildi ve güvenli hale getirildi.

bottom of page