top of page

Üç Bin Yıldır Değişen Birşey Yok

  • Yazarın fotoğrafı: Serdar Anıl
    Serdar Anıl
  • 6 Haz
  • 3 dakikada okunur
ree

Şafak vakti köy derin ve gergin bir sessizlik içinde bekliyordu. Yüreklerde hem korku hem de heyecan vardı, zira bilinmeyen kıyılara doğru yol almak, belki de geri dönememek…


Arrimak, yüksekçe bir kayanın üzerinden köyüne bakıyordu. Büyük Deniz'den tuzlu sert rüzgâr eserken, O geçmiş ve gelecek, babası ve oğlu arasında sıkışmış kalmıştı. Uzun, hem de hiç bitmezcesine uzun süren son kuraklık bölgelerini kasıp kavurdu ve kıtlıkları, halklar arasında savaşları tetikledi. Babası da böyle seferlere çıkmış, fakat her dönüşünde köy biraz daha küçülmüş, biraz daha unutulmuştu. Şimdi, arayışın çağrısı yine karşı konulmaz bir güçle geliyordu. Bu sefer geri dönmek mümkün olacak mı?


Şefin gözleri, halkının yüzlerinde gezindi. Kadınlar sessiz dualar mırıldanıyor, çocuklar onları anlamaya çalışıyordu. Ağır ve derin bir nefes aldı. Güçlü olmak zorundaydı. Büyük Deniz, her zaman bir ödül ve bir tehdit olmuştu onlar için. Bu yolculuk da öyle olacaktı. Ama kader ne getirirse getirsin başka bir seçenekleri yoktu, bıçak gırtlağa dayanmıştı ve işaretiyle teknelere binildi. Köy, şafağın ışıklarıyla vedalaşırken, dalgalar onların kaderlerini fısıldıyordu. Sonsuz denizin ötesinde bir yerlerde yeni topraklar, yeni umutlar veya ölüm onları bekliyordu.


Üç bin yıl önce hırçın denizciler, ki onlar Büyük Deniz derlerdi, sessizce doğu Akdeniz havzasının bilinmez bir kıyısından, yine bilinmeyen kıyılarına doğru yelken açtılar. Ki onlar insanlığın yarattığı medeniyeti yıktılar ve uygarlığın ateşini söndürdüler.


Halbuki son iki bin yıldır insanlık çok yol almış, örneğin yazının kullanımı çok yaygınlaşmıştı. Devlet yönetimini etkileyecek kayıtlar tutuluyor, yazı ile başlayan tarih gelişmeye devam ediyor ve tüm bunların ekonomi üzerindeki olumlu etkisi yaşanıyordu.


Mezopotamya, Mısır, Anadolu ve Ege bölgelerinde, ki genel bir deyişle doğu Akdeniz havzasında, gelişen devletler güçlü sosyal politik ve ekonomik yapılar kurdular. Bu bağlamda ticari bağlar, ticaret ağları kuruldu ve en azından bazıları için refah arttı.


Bakır ve kalay bileşimiyle daha dayanıklı olan bronz kullanılır olmaya başladı Âdemoğlu tarafından. Bronz üretimi için gerekli hammaddeler farklı bölgelerden getirildi. Böylelikle daha dayanıklı araçlar ürettiler ve aynı zamanda birbirlerini daha iyi öldürebilmek için daha güçlü silahlar da yaptılar. Bronz silahlar, savaş stratejilerini değiştirdi ve orduların daha güçlü hale gelmesini sağladı.


Bu gelişmeler acaba herkesi aynı derecede mutlu ediyor muydu?


Deniz Kavimleri olarak bilinen göçebe savaşçılar, birçok kıyı kentini yağmalayarak büyük yıkıma neden oldular. Hititler, Mikenler ve Mısır gibi güçlü medeniyetler bu saldırılardan ciddi şekilde etkilendiler.


Ticaret ağları bozuldu, iklim değişikliği ile kıtlıklar beraberinde sosyal huzursuzlukları getirdi. Halklar ayaklandı, yönetimlerin kargaşaları şehirlerin terk edilmelerine neden oldu. Doğa da bu kötü gidişe çanak tuttu ve bazı bölgelerde art arda gelen depremler ile şehirler yıkıldı, zaten zayıflamış olan toplumlar daha da savunmasız hale geldiler. Gelişmiş yazı sistemleri, kurulmuş diplomatik ilişkiler kayboldu ve büyük bir kültürel gerileme yaşandı.  Bu durum, göçleri zorunlu hale getirdi, savaşlar artarak daha da acımasız oldular, yukarıda dedim ya; insanlığın eriştiği medeniyet çöktü ve Karanlık Çağ'a sürüklendik.


Elbette insanlık yeniden küllerinde doğdu her zaman olduğu gibi ve ancak dikkat çekici bir durum var irdelenmesi gereken; bugün, bazı tarihçiler ve yazarlar, modern dünyanın karşı karşıya olduğu krizleri o dönemle kıyaslayarak çarpıcı benzerlikler kuruyorlar.


O dönemin büyük uygarlıkları geniş ticaret ağlarıyla birbirine bağlıydı. Doğu Akdeniz havzası toplumları birbirleriyle ekonomik bağlar kurmuşlardı. O günün kalayı, bugünün petrolü gibiydi örneğin. Bu aşamada, o dönemin toplum yapılarını, refah dağılımını ve halklar arasındaki ilişkileri biraz düşünmek gerekecektir. Çok farklı bir zemin üzerinde olsa dahi o dönemin, ki insanoğlunun doğası gereği, bugünden çok farklı olduğunu söyleyemeyiz. O dönemin ünlü ticaret ağları, Deniz Kavimleri istilaları, kıtlıklar ve iç karışıklıklar sebebiyle hızla çöktüler. Günümüzde, küresel ve ulusal ekonomiler, ulusal bölgesel ve gezegen boyutundaki tedarik zincirleri, ayaklanmalar savaşlar ve ekonomik dalgalanmalar nedeniyle benzer bir kırılganlık içerisindedirler.


O dönemde yaşanan uzun süreli kuraklıklar, tarımsal üretimi düşürdü ve kıtlıkları tetikledi. Bu durum, göçleri ve savaşları artırarak çöküşü hızlandırdı. Bugün de iklim değişikliği, aşırı hava olayları ve su kaynaklarının azalması, dünya çapında tarımsal üretimi tehdit etmektedir. Aynı sebeplerle günümüzde de savaşlar, sosyal ve ekonomik çalkantılar sebebiyle insanlar yeni arayışlara göç ediyorlar.


Devrin sonu, demir kullanımının yaygınlaşmasıyla da ilişkilidir. Bronz üretimi zorlaşırken, demir daha da erişilebilir hale gelmiş ve yeni savaş teknikleri ortaya çıkmıştır. Bugün de yapay zekâ, otomasyon ve dijitalleşme, elektronik ortamdaki etkileşim ve müdahaleler ekonomik ve sosyal yapıları değiştiriyor, onlara zarar bile verebiliyor. Geleneksel iş modelleri yerini yeni teknolojilere bırakırken, kartlar sürekli baştan dağıtılıyor ve güç dengeleri yine yeniden şekilleniyor.


Çöküş birçok unsurun birleşimiyle gerçekleşti; iklim değişikliği, ekonomik krizler, sosyal huzursuzluk ve teknolojik dönüşüm gibi. Bugün, benzer dinamikler modern dünyayı şekillendiriyor. Tarih, geçmişte yaşanan çöküşlerden ders çıkararak geleceği daha sağlam temeller üzerine inşa etmemiz gerektiğini gösteriyor.


Bir sayfa yazıyla nereden nereye geldik böyle...


Yorumlar


Bana Bir Mesaj Gönder, Düşüncelerini Bana Bildir

© 2025 Mühendisin Not Defteri. Wix tarafından güçlendirildi ve güvenli hale getirildi.

bottom of page